Dolandırıcılar yeni taktikler uygulamaya başladılar. Belediyelerde daktilo ile resmî yazı yazarak para kazananların önlerinde her zaman kalabalık gruplar vardır. Bunlar çoğunlukla havadan kazanç sağlamak isteyen kişilerdir. İş takibi nedeniyle Belediyeye gelen kişilere dertlerini (!) anlatarak birkaç kuruş kazanmaya bakarlar. İnandırma yöntemleri ise,
- Boşanma durumunda olduklarını öne sürerek çocuklarının aç ve açıkta kaldıkları,
- Evde yatalak hastalarına ilaç alacak paralarının olmadığı,
- Elektrik faturası başta olmak üzere çocuklarının okul masraflarını ödeyemediklerini,
- Lösemi hastalığı olan bir aile ferdini hastaneye götürmek durumunda kaldıklarını
söylemek suretiyle duygu sömürüsü yapmak şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Otobüs, vapur ve trenlere uygulanan dolandırma taktikleri ise,
- Evlerin kapılarını çalarak Engelliler Vakfı’ndan geldiklerini söylemek ve para yardımı
talep etmek,
- Saralı gibi kendini yere atıp acındırmak, sabahtan beri bir şey yemediğini anlatmaya
çalışarak para koparmak,
- Hastanede yatan çocuğunu çıkartmak için para ödeyemediğini, hastanenin de çocuğu
rehin aldığını ağlayarak anlatmak…
***. ***. ***
Pazara gidip alışveriş yapan, iş ödemeye gelince cüzdanı evde unuttuğunu söyleyerek parayı dönüşte getireceğini söyleyen bazı kişiler bu şekilde geçimini sağlamaktadır. Biniş kartının yüklemesi olmadığını bildiği halde otobüse binerek, kartını evde unuttuğunu, zaten bir durak sonra ineceğini söyleyenlerin sayısı da giderek artmaktadır.
Mezarlıklarda daha farklı insanlara rastlanmaktadır. Kendisini yırtarcasına ağlayan kişiyi ölenin yakını zannedersiniz. Bu kişi “Birinci sınıf ağlayıcı”dır. Ağlama ücreti yüksektir. Mezarlı ziyaretine gelenlerin yanına usulca sokularak “Hatim indirmemi ister misiniz?” diye soranlar, bir başka geçim kapısının adamlarıdır.
***. ***. ***
İstanbul’da her gün kullandığımız vasıtalar, insanları her an kapıştıracak mobil mekânlar haline gelmiştir. Belediye otobüsleri köy otobüsü haline gelmiş, vapurlar ise sürüden kopmuş bazı sığırların (!) koltuklara destursuzca ve upuzun uzandığı yerlere dönüşmüştür.
---Kardeşim yayılmış vaziyette oturuyorsun, biraz toplansana!
---Ne o, sığamadın mı koca yere?
---Ayağıma bastınız,
---Ne olmuş, sen de ayağını o kadar ileriye uzatma!
---Beyefendi, uyuyorsunuz ve başınız hep omuzuma düşüyor. Biraz toparlansanız?
Ben bu insanlara “Rindlerin umursamazlığı” diyorum. Biraz aile terbiyesi görmemiş, biraz toplum kültürünün dışında kalmış ve belki de en önemlisi hoyrat yaşama isteğinin ağır basmış olmasıdır. Mağdur olan bireyin yanında toplumun diğer fertlerinin yer almaması ve hiçbir yaptırımın olmaması bu umursamazlığın ve hoyratlığın daha geniş alanlara yayılmasına neden oluyor.
Deli deseniz deli değil, veli deseniz veli değil. Yakıştırılan isim meczup… Meczupluk şimdi siyasilere de sirayet etti. Söyledikleri suç oluştursa bile üzerinde durulmuyor. Bu noktada,
Düzeltme Ana Bilim Dalı uzmanları (!), “Şöyle demek istedi… aslında şu anlamda söylemişti… böyle anlam vermek gerekir…” şeklinde açıklama yaparak “biz kalın kafalılara” doğruyu anlatmaya çalışmaktadırlar.
Bunları düşünürken ve yazarken aklıma Neyzen Tevfik geldi. Bu kadar umursamazlık karşısında o ne düşünmüştür acaba diye kitaplara yöneldim.
Uyanmadın gitti dalgın uykudan
Sana ne be, âlemdeki kaygudan
Kendi cihanında bak sen keyfine
Kulak asma halkın hayfine (Hayf: Üzüntülü durum)
TEŞEKKÜR
Gemi Kaptanı oğlumuz Sarper Baysu’nun Bodrum Acıbadem Hastanesi
KBB bölümünde24 Eylül 2024 günü
ameliyatını icra eden, doruk seviyede ilgi ve özen göstererek
sağlığına kavuşturan
Prof. Dr. Sayın Cem Alper Çağıcı’ya
ve Anestezi Hekimi
Dr. Sayın Ahmet Temizyürek’e
Ameliyathane Ekibinden
Sn. İpek Deniz Demir
Sn. Oktay Ceyhan
Sn. Gizem Nur Yılmaz
Sn. Gökhan Kabadayı’ya
sonsuz teşekkür ve minnet duygularımızı sunar, meslekî yaşamlarında
başarılar dileriz.
(Gemi Kaptanı Sarper & Zehra & Emekli Yarbay Cengiz Baysu)