SON DAKİKA
reklam
reklam

Tarikatlar ve getirdikleri

Köşe Yazarı: Cengiz BAYSU   Eklenme Tarihi: 29 Nisan 2024, Pazartesi - 10:07   Okunma Sayısı:

Tarikatların, koca bir Yeniçeri ocağının yıkılmasını ve yedinci yılını geride bıraktığımız 15 Temmuz 2016 olayında Cumhuriyetimize ne kadar sıkıntılı günler yaşattığını hepimiz biliyoruz. Acımasız katı bir kalkışmaya kesintisiz ve inançlı mücadele yöntemleriyle karşılık verdik. Nice insanımızı kaybettik, nicesi sakat kaldı. Bu dehşetli olay tam anlamıyla çözülmüş değildir.

 

Bir cenaze töreni

Bir tarikat liderinin vefatı üzerine siyasetin ve devletin ileri gelenleri cenaze törenine büyük bir katılım sağladılar. Resmi ve özel plakalı yüzlerce araç Menzil’e hareket etti. Fani dünyadan baki âleme geçmek hepimiz için kaçınılmaz bir olgudur. Kutsal kitaplarda bu gidişin bir hesap günü ile karşılaşacağı belirtilmiştir.

 

Tarikatlar, bir yoldur, yorumlamadır. Mütedeyyin olan herkes dini konuları kendisine göre yorumlayabilir. Tereddüde düştüğü yerleri din adamlarına sorabilir. Mesele, soru soran kişinin bu din adamına mürit veya teslim olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa kutsal kitabımızın ilk emri de okumayla ilgilidir. Bizler okumuyor, az bilene tabi oluyoruz.

 

Tarikatlar, din yolunda gitmiyor. Pırıl pırıl çocuklar küçücük yaşlarda medrese öğrenimine alınıyor, sonraki yıllarda boyut değiştirerek siyasetten ticarete, sinemadan medyaya kadar etkinlik içine giriyor ve belli mevkileri ele geçirmiş oluyorlar.

 

İş hayatının seçkin mevkileri gerek siyaset gücünün gerekse tarikatların kontrolünde olduğundan, orta kademenin bin bir zorlukla okutmaya çalıştığı çocukları, mezun olsalar da iş bulamıyor veya bu güçlerin şemsiyesi altında emir alacak pozisyonlarda bir işe girebiliyorlar. Ne kadar acı!

 

Osmanlı döneminde

Osmanlı uygulamasında tarikatların öncelikle devlet tarafından tescili esas alınmıştır. Tescil edilen bu tarikat müntesipleri de -dolaylı yoldan da olsa- meşruiyet kazanmış oluyorlardı. Fatih’in İstanbul’u fethiyle birlikte uygulamaya konan “imparatorluk” siyaseti, tarikat mensuplarına karşı mesafeli durmayı gerektirmiştir. Bunun sebepleri arasında;

 

**Bir kısım tarikat mensubunun idari açıdan kan bağına dayalı birer aile müessesesi olarak ortaya çıkması,

**Hilafet uygulamasıyla nüfuz alanını genişletmesi,

**Böylece iktidar karşıtı güç odağı olmaya dönüşme eğilimlerini bünyelerinde barındırmasını söylemek mümkündür.

 

Tarikatlara getirilen bu tescil şartı, devletin özellikle II. Beyazıt’tan itibaren (1481-1512) Beyazıt’ın son yıllarına kadar cemaat yapıları üzerinde bir kontrol mekanizması işlevi görmüştür. Kanuni’nin son zamanlarında başlayan tarikat eğitimlerindeki bozulma giderek daha kötü hal almıştır.

 

Yasaklama

Kuruluşundan 1925’e değin kesintisiz faaliyet gösteren tarikatların İstanbul’daki sayıları 500’e ulaşmıştır. Tekkelerin kapatılmasından evvel 3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’ni kaldıran 429 sayılı kanun kabul edilmiştir. Kanunun tekke ve zaviyelerle ilgili olan 5’inci maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde bilcümle cevami (camiler) ve mesacid-i şerifenin (mescidlerin) ve tekaya (tekkeler) ve zevayanın (zaviyeler) idaresine, imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyumların ve sair müstahdemin tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisi memurdur”

 

Söz konusu bu kanunla devlet, tekke ve zaviyelerin mevcudiyetini Fatih zamanındaki gibi resmi olarak onaylamış, bizzat kendi kontrol ve denetimi altına almıştır. Bu kanun çıkarılırken de tarikatların faaliyetleri üzerine herhangi bir ihtilâf çıkmamıştır. 1925 yılının Şubat ayında Şeyh Said İsyanı’nın başlaması, tarikat, tekke ve zaviyelerin bir numaralı tartışma mevzusu haline gelmesine neden olmuştur.

 

Atatürk’ün 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da yaptığı konuşma önemlidir:

 “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakikî tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.” sözleri aydınlatıcı bir örnektir.

 

Burada tekke ve tarikatlar ile ilgili sarf edilen sözlerden anlıyoruz ki, tekke ve zaviyeler bünyelerindeki çürümelerden ziyade bu dönüşüm sürecinde ilkel kaldıklarından ötürü 30 Kasım 1925 günü kapatılmış, türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırılmıştır. Bu konuyu eskilerin bir sözüyle anlatmak isterim;

 

"Def-i şer, celb-i nef'a racihtir." (Zararları uzaklaştırmak, faydalı şeyleri sağlamaktan önce gelir ve daha önemlidir.)

 

   

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Merhaba Sevgili Okurlarım. 


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam